Biraz kitap okurdum, biraz pencereden dışarıyı izlerdim, saat yarım olurdu, bir olurdu, uyku bastırırdı bazen.
Telefon elimde uyuyakalırdım. Sonra saat belki iki, belki daha geç çalardı telefon. öksürürdüm açmadan önce sesim çatallamasın, uyuduğumu anlamasın diye. "uyumuş muydun?" diye sorardı karşıdaki ses. "Hadi uykuna devam et" der de kapatır diye korkumdan "yok uyumuyorum" derdim.
O sesi beklerdim, çünkü, duyduğum anda bir uçak havalanırdı, o boşluk hissi, o kalp hızlanması, o ayakların yerden kesilmesi...
Beklerdim çünkü, duyduğum anda gökten bir yıldız kayardı, o mucizevi manzara, o karanlıktan doğan ışık, o güzellik, o huzur...
İçimden bir ses, bana onun yorgun olduğunu, uykusu olabileceğini söylemese, sabaha kadar kapatmak istemezdim telefonu. Ama kıyamaz, yine "hadi uyu da dinlen" diyen ben olurdum.
Çok önceydi, yıllar, yıllar önceydi bu anlattıklarım. düşünün telefon bile icat edilmemişti. Bundan sebep olacak ki, bir daha telefon hiç çalmadı. Ben nerde olduğunu bilmez oldum, eve ne zaman geldiğinden habersiz kaldım. Beklemedim hiç, telefonu bir yerlerde unutup uyur oldum, uyanınca bile bakmaz oldum, çalmayan telefonuma.
Sonra telefon çaldı, içimden açmak gelmedi. Telefon çalarken uçaklar kalkmadı içimden, yıldızlar kaymadı gökyüzünden. Sımsıkı yumdum gözlerimi, kalbimi dinledim. Giden de susan da suret idi, gördüm. Bulamadım içimde surete yangından zerre. Ses aynı ses, göz aynı göz idi. Ne görmek ne duymak istedim. Belli ki gecelerce beklediğim ses, kendi sesimmiş. Yürek benimken, ses bahaneymiş.