Hakkımda

29 Aralık 2012 Cumartesi

Günaydın Anne

Bugün hava bulutlu, sabah akşama uyandık sanki
Bu havalardan olumlu etkilenenlerdenim
Akşam üzeri dersim var, günün ortası, başka plana fırsat yok
Evde oturup ders vakti gelene kadar özlemek durumundayım.

Bir cumartesi sabahı kendi kendime uyandığım için,
yavaşça kalkıp pencereden dışarıyı izlelemeye istediğim kadar vaktim olduğu için
ağır adımlarla mutfağa gidip kendime çay koyduğum için
dolabın karşısında dakikalarca bekleyip sadece peynir tabağı ve zeytin çıkardığım için
canım istemiyor diye yemeyebildiğim için
demlik bitene kadar çay içemediğim için
bugün eve misafir gelmeyeceğinden hazırlık yapmama da gerek olmadığı için
annemi özlemek durumundayım.
elimdeki çayı iştahsızca tutarken diğer elime telefonu alıp, karanlık odanın en aydınlık yerinden, pencerenin önünden, onu arayıp sesiyle yetinmek zorundayım.

Kendisini aramak için bir bahaneye gerek olmadığı için,
Onu aramam gerektiğini içimdeki sızıdan anlayabildiğim için
Ne kadar erken ararsam, günün geri kalanı için o kadar iyi bir şey yapmış olacağım için
Ve günün hangi saatinde ararsam arayayım, aradığım zaman o hangi ruh hali içinde olursa olsun, hep aynı sevecen, merhametli, neşeli sesi duyacağım için
Annemi sevmek durumundayım.

Avuçlarının içinden öpüyorum anneciğim...

28 Aralık 2012 Cuma

"İSLAMİ HAREKET ÖNCÜLERİ" PROF.DR. HAYREDDİN KARAMAN


     “İslamcılık” kavramının ne’liği üzerine yapılan tartışmaların oldukça yoğun olduğu günümüzde, bu tabirin tanımı ve işlevini ortaya koyduktan sonra, bu tanıma örnek oluşturan sekiz önemli İslami hareket önderinin hayatları ve ideolojileri hakkında kapsamlı bilgiler veren faydalı bir eser.
    
Sözü geçen isimlerin, objektif bir bakış açısıyla ve didaktik bir üslupla anlatılacağı, kitabı okurken, sonuç bölümünde, anlatılan isimlerin ortak veya farklı yönlerini belirten bir değerlendirme olacağı tahmin ediliyor. Ancak kitap okunmaya başlandığında, yazarın kitap boyunca öznel değerlendirmelerine oldukça sık yer verdiği, bu sebepten olsa gerek, bir sonuç değerlendirmesi kaleme almadığı görülüyor.
      Kitabın giriş bölümüne bakıldığında, “son iki asır içinde yaşamış olan İslamcıların hayat hikâyelerini, görüşlerini ve ıslahat programlarını anlatmaya çalışacağım” sözleriyle amacını dile getiren Hayrettin Karaman, İslamcılık terimini tanımladıktan sonra, terimi ‘uyanış öncesi’ ve ‘uyanış’ dönemleri olarak inceliyor. Uyanış dönemini değerlendirirken de, dönemin siyasi görünümünü, tepkilerini ve öncülerini ele alarak ifade ediyor.
      Sonrasında kitapta herhangi bir bölümleme yapmadan, İslami hareket öncüleri olarak listesine aldığı, Tunuslu Hayreddin Paşa, Said Halim Paşa, Muhammed İkbal, Abdurrahman el- Kevâkibî, Hasenü’l Bennâ, Seyyid Kutub, Ebu’l-A’lâ el-Mevdûdî, Ebu’l-Hasen Ali en-Nedvî  gibi isimleri, her biri müstakil bir başlık altında olmak üzere, kronolojik olarak incelemeye tabi tutuyor.
     
     Eserde şahıslar incelenirken, önce kısa hayat hikâyeleri veriliyor, kitaplarından yapılan alıntılarla ideolojileri anlatılıyor ve son olarak da adı geçen şahıslarla ilgili yazılmış tenkitlere veya değerlendirmelere yer veriliyor. Kitabın sahip olduğu bu sistematik üslup, kitapta yer alan kişilerin seçilirken, belli bir amaç doğrultusunda bir araya getirildiklerini daha net gözler önüne seriyor. Şahısların kitaplarından yapılan alıntılar, onların eserleri ve düşünceleri hakkında daha objektif bilgi edinme imkânı sunuyor. Bu üslup, bir bakıma okurun kendi değerlendirmesini ve yorumunu yapabilmesini sağlıyor. Bununla birlikte yazar da, kendi yorumlarına, şahıslar hakkındaki kabullerine ve değerlendirmelerine sıkça yer veriyor, kişiliklerini ve düşüncelerini anlatılırken, oldukça öznel bir tavır sergiliyor.

     
     Yazarın takındığı bu öznel tavır, adı geçen İslami hareket öncülerinin, yazarın yönlendirdiği şekilde anlaşılmasına sebep olabiliyor. Zaten kitabın en başında İslamcılıktan kastının ne olduğunu anlatırken, hayatları ele alınacak olan şahısları da İslamcı olarak tabir ettiğinin ve ona göre bir değerlendirme yapacağının sinyalini veriyor.


     Sonuç olarak, İslami hareket öncüleri kitabının, birbirinden önemli sekiz şahsiyet hakkında genel manada bir bakış açısı sağladığını söylemek mümkün. Özellikle hayatları ve eserleri hakkında kısa ve öz şekilde bilgi veriyor. Ayrıca yazar, önsözde, kitabın devamının olacağını da haber veriyor ve bir müellifin mısralarıyla sözlerini bitiriyor:

“Ya Rab kerem et ni’am senindir
Affeyle bu müttehem senindir
Kulun nesi var elinde Rabbim
Hatta şu yazan kalem senindir.”



İslami Hareket Öncüleri
Prof. Dr. Hayrettin Karaman
Yayınevi, basım yeri Ve yılı: İZ yayıncılık / İstanbul / 2012
Sayfa sayısı: 448
Kapak: Karton
ISBN No: 978-975-355-917-1


24 Aralık 2012 Pazartesi

Yazmayı bilmediğimi yazdım


Sevdiğine güzel şeyler söylemek isteyen utangaç bir delikanlının, "ben öyle güzel laflar etmeyi beceremem" demekle lafa girme çabaları gibidir şiire başlamak isteyişlerim.
Ne zaman içimden bir şair seslense, ellerimi hazır eder, kem kümler, başlamadan elhamdülillah der kalkar giderim.
Pat küt lafa girmek en iyisi aslında. Provalar, hazırlıklar, denemeler bana göre şeyler değiller.
O an, aklıma gelen ilk cümleyi söylemekle başlamazsam, o ânı da "başlayamadıklarım"ın başına eklemem icab eder.

Böyle böyle yazılı olmayan listelerim vardır zihnimde. Bunları listelemek beni tanımlar.
Örneğin, "ben söze giriş cümlesiyle başlayamayan biriyim." deyişim gibi.

Sonlarım başlarımdan da beter.
Sözü, işi, gidişi. Susmayı, ağlamayı, yazmayı... Bitirmek zordur.

Saçma davrandığımı ve konuştuğumu düşünenlere cevabım budur.

Başlamaktan ve bitirmekten korktuğumuz, başı sonu imkansız bir cümledir yaşamak.
Sözün var olduğu gibi hayatın da ustaları vardır.
Hepimiz iyi şiir yazmak zorunda olmadığımız gibi, hepimiz iyi yaşamak zorunda da değiliz.
Ve nitekim hepimiz iyi şiir yazamadığımız gibi hepimiz iyi yaşayamayız.
İyi şiir yazanlarımız iyi yaşayamayabildiği gibi, iyi yaşayanlarımız da iyi şiir yazamayabilir.

Onu diyorum, şiir bir felsefe değil, mantık değil. His. Ruh. SİMYA.
Kadın gibi belirsiz. Kadın gibi nazlı
Kadın gibi sürprizli. Kadın gibi zor.
Kadın gibi anlaşılmaz. Kadın gibi vazgeçilmez...
Bir kadını hissetmeden anlayamazsınız, bir şiiri hissetmeden yazamazsınız.

Yaşamakta usta değilim ve şiir yazmakta.
Ve aşkı yazacak kadar aşık değilim.

Hislerime güvenirim.
Bu güven ile ben, bir kadını anlayabilirim, bir gün bir konuşmaya en başından başlayabilir ve gözyaşlarıma tam yerinde müdahale ile doğru bir son verebilirim.

Olur ya, günün birinde bir simyacıyla tanışabilir, ona aşık olabilir ve dünyanın en güzel şiirini yazabilirim.
 

15 Aralık 2012 Cumartesi

Bu gece konuşmayalım, düşünmeyelim ve gözlerimizi yumup
ilk aklımıza gelen şarkıyı dinlemeye koyulalım.

 ...
...
...

10 Aralık 2012 Pazartesi

Ne düşünüyorum bak;


Roma'ya gidelim, Şam'a gidelim, Iğdır'a gidelim mesela

Yorulduk hep aynı otobüsler gecen aynı duraklardan…

Hep aynı hanende, aynı sazende,

bilindik nota, aşina beste.

Yorulduk hep aynı şarkılar çalan aynı radyolardan.

Bana sekizinci notayla şarkılar söyle… 
 
 
 
 

1 Aralık 2012 Cumartesi

Cennet Tahminleri 089360

Cennete gitmeyi çok istiyorum.
Hani sevdiklerinin yanına gitmek için otobüse binersin de bir türlü bitmez ya yol,
Öyle, geçmiyor işte zaman.
O kadar gitmek istiyorum ki, uyuyamıyorum zaman geçsin
Belki biraz da heyecan var, özlem tabi çokça.

Hiç görmedim ama, gördüklerimden de güzel olduğunu biliyorum.
Hem ben zaten öyle çok güzel şeyler de görmedim hayatta
Bir iki manzara gördüm İstanbul'da, belki diye geçirmiştim içimden,
Belki cennet buraya benziyordur; ya da tam tersi...

Sonra bir de, sadece bir çift içi sevgi dolu, güzel göz gördüm hayatta
Evet dedim, cennet böyle bir şey olmalı.
Ama onların gerçek cennet olmadığını idrak etmem zaman almadı;
Güzel dediği her ne varsa, bir daha göremeyince anlıyor insan

Çünkü cennetten çıkarmaz Sevgili bizi. Der ki, hak edersen, ebedî...

Cennete gitmeyi çok istiyorum.
Merak ediyorum, nasıl oluyor da sonsuzu anlayabiliyor insan?
Sonsuzu yaşarken de unutur mu yoksa, fani olduğunu unuttuğu gibi..
Sonra, orada istediğim kadar ağlayabilir miyim mesela, başım ağrımadan.
Yağmur yağar mı istediğim kadar?
Herkes orada olacak mı bir de, en çok bunu merak ediyorum.
Çünkü ben ilk Aişe annemi tanımak istiyorum, karşılamaya gelir mı beni?
Belki elini omzuma koyar, yürürüz.
Malik Şahbaz benden önce gelmiş oturuyordur mesela orda.
Ha bir de, babam da orda olsun, lütfen...
Hep mahzun bakan ela gözlerini, geçim sıkıntısı çekmiyorken görmeyi de çok istiyorum.
Zaten sanki en çok annemi göreceğimden emin gibiyim, günah yazma Allah'ım,
Annemi en güzelinden vermişsin, çok seviyorum.

Bu kadar çok şeyi merak etmek iyi değil belki.
Elimde değil, merak kara ciğerimi zımparalıyor,
Son bir şey sormam lazım, yüzüm kızararak, suç işliyormuşum gibi.
Orda olacaksın değil mi?


Yukarda yazılanlar, tam olarak böyle hayaller...
Zor.
İmkansız olmamakla beraber...

20 Kasım 2012 Salı

Yalnızlığı öğrendiğim gün, gittim ve ona şöyle dedim:


Yalnızlıkla ilgili yazılan şiirleri, hep evde tek başına kaldıklarında yazdıklarını zannederdim
Ya da bir pazar günü gezmeye gitmek için müsait bir arkadaş bulamadıklarında.
Her gün beraber olduğu birisi, o gün işe ya da okula gelmediğinde mesela...

Bunu okuyan herkesin, yalnızlığın ne demek olduğunu bilen en iyi kişi olduğuna eminim.
Ama siz de emin olun, hiç yalnızlığı yaşamayan biri, onu benim önceden zannettiğim şey zanneder
Evet, şimdi ben de biliyorum o kadarcık bir şey değil yalnızlık,
Evet şimdi çok iyi biliyorum ben de, şairler neler çekmiş.
Artık biliyorum yalnızlık ne kadar da yapışkan, can sıkıcı, boğaza takılan bir gıcık kadar gıcık...

Aslında en iyi bildiğini iddia ettiğini söyleyen herkesten daha çoğunu biliyorum.
Çünkü sandığınız gibi, geceleri yalnız uyumak değil o,
Tek başına sevinip tek başına ağlamak da değil.
Telefonun çalmaması, gelenin olmaması, bir tek arkadaşın kalmaması? Hayır değil.

Yalnızlık denen şey, birlikte uyuduğunun bir 'beden' olmasıdır.
O şey, birlikte gülüp ağladığın kişiyle, farklı şeylere aynı tepkileri vermektir.
Hiç susmayan telefonların sürekli bir şeyler istemesi, her kapının bir şey almak için çalınmasıdır.
Asıl yalnızlık da, yanıbaşındaki onca arkadaşının, anlattığını bile anlamamasıdır.

Bir insanı yalnız bırakmamak zor şey böyle düşününce. Hem böyle düşününce üzülmüyor insan yalnız bırakıldığına, kolay değil, her insan yapamaz diyebiliyor.
Yine de kendimi alamıyorum kendi kendime içlenmekten. Ben yalnızlığı bu kadar iyi tanıyorsam,
Hep senin yüzünden..!

8 Ekim 2012 Pazartesi

Blog'a yazan insanlar için

Blog kullanan insanları önemsiyorum. sosyal medyanın dejenere paylaşımlarından farklı bir ortamı var çünkü blogların.
Üretken olduğuna inanıyorum blog yazarlarının, yine sosyal medyadaki şiir ve yazı tüketiciliğinin aksine.

Kullananlar bilir, eviniz gibidir burası, sanki kimse okumuyor gibi rahat yazarsınız, içinizi dökersiniz. Bu da size, gösterişten uzak bir samimiyet verir; yazdığınız yazılara, şiirlere, ya da çektiğiniz fotoğraflara veyahut da paylaştığınız müziklere...
Bloğunuzun sıfatı neyse, sizin içiniz odur. Fotoğraf bloğuna sahipseniz biz sizi fotoğraf sever olarak biliriz, şiir bloğunuz varsa, biz takipçileriniz için bir şairsinizdir...
İnsanın içini dökmesi iyidir...

Blog kullanan insanlara saygı duyuyorum biraz da. onlarla konuşabileceğimiz şeyler olduğuna inanıyorum. ortak zevklerimiz ve ilgi alanlarımız olduğunu, birlikte yapacağımız çaylı bir sohbetin çok renkli ve zevkli olabileceğini düşünüyorum...

Neden olmasın?..


28 Eylül 2012 Cuma

Yağmur öncesi gökyüzü gözlerim

Filozoflara has şımarıkça dertlere sahibim.

Diyorum ki yorgunum, diyorum ki dinlenmek istiyorum. Gidecek hiçbir yerim yok diyorum. Bu kafese mahkumum.
Beklemekten yorgunum, ağır makamlı şarkılardan yorgunum; kendim gidip kendim beklemekten, kendim söyleyip kendim dinlemekten yorulduğumu kastediyorum.

Unutamadıklarımın ağırlığı büküyor belimi.
Mutlu olmaklık geçmişte olan bir şey değil, söylenenler zihinde canlı dururken.
Güneşin yeniden doğması, battığı yere bakarak beklenmez.
Kalp kırıksa, hatırlanacak güzel bir şey kalmaz arkaya.
Sarf edilmesi bir an süren bir cümle, kat edilmesi günler süren yolların koyamadığı mesafeleri koyar araya..



21 Mayıs 2012 Pazartesi

Bavulu yere bırakıp, masanın üstünde duran kağıda şöyle yazdım:

Yalnızlığı bile yalnız yaşayamayan bir insanı hayat daha çok yoruyor.
Başa çıkılması bizatihi zor olan bir şey olan yalnızlığın yanında
Başa çıkılması gereken başka şeylerin de var olması yoruyor aslında.
İnsanlara kırılıyorum, insanlar değişmesinler istiyorum; hayatlarında ne olursa olsun, hayatlarına kim girerse girsin, aynı kalabilsinler istiyorum.
Dengeyi kurmak zordur biliyorum, ama asıl zor olan dengede kalmak...

Bu kırgınlıklar, bu yorgunluklar, bu yoğunluklar, bu kavgalar, bu gidişler, terk edişler, kafa karışıklıkları, kararsızlıklar... hayatımda yeni bir döneme doğru sürükledi beni.
Planlar yapıldı, fazlalar atıldı, eksikler yazıldı, eşyalar toplandı,
biletler kesildi, vedalar edildi ve bir ay sonrasına niyetlenildi...
"Hicret", derdi iyi bir yazar, "imkanların tükendiği yerden imkanların üretileceği yere göç etmektir."

Hicret, fedakarlıktır. zahirde de olur göç, batında da. gönlünü sevdiğinin istediği yere koymaktır mesela, hiç istemesen de.
Sevdiğin gel dediğinde usulca gelmek, gitmeni istiyorum dediğinde boyun büküp gitmektir hicret.
Mücadeledir. Elindekinin hepsini sarf ettikten sonra, ellerine yeni gayretler giydirmek için gitmektir.
Sabretmektir. Tekrar çağırılana kadar, isyan etmeden, soru sormadan, ona kızmadan beklemektir.
İmtihandır hicret. Her imtihan gibi zordur, zorunludur.
Belki de sıramız geldi kaçınılmaz sorularla muhatap olmaya.
Olanda hayır vardır, Hicretimiz hayr ola, mübarek ola...

9 Nisan 2012 Pazartesi

..İnsan çabuk hayal kurar çünkü.

Herkesin içinde kendince mutlu olduğu bir hayatı var.
Kimi zaman başkalarının hayatına özendiği olsa da, kimseye vermeyeceği, başka hayatlarla değiştirmek istemeyeceği bir yaşantısı var...
Sadece bazı olaylar, bazı kişiler, bazı durum ve şartlar ile birlikte, kişi hayatının seyrinde değişiklikler olabiliyor kimi zaman.
Ve bu sözünü ettiğimiz kişi hayatı, o kadar tekdüze, -mutsuz olmamasına rağmen- o kadar alışılmış ve o kadar sıradanlaşmıştır ki, gidişatı etkileyen kişi ya da olayların rüzgarına birden kapılıverir.
Bu yeni ve kendisininkinden farklı olan hayata kendini monte eder çabucak ve kabul görmeye çalışır. Bunu ister.
Bu isteği olumlu karşılanır, kabul edilirse mutlu, olumsuz karşılanır da kabul görmezse mutsuz olur.
Bu düz bir işlem... Eğer önce kabul görür de sonra dışlanırsa, bir zaman içinde bulunduğu bir hayata uzaktan bakmaya maruz bırakılırsa, işte ona mutsuzluk demek yavan kalır.
Çünkü, kısa bir zaman da olsa "ait" hissetmiştir kendini,
belki planlar yapmıştır, hayal bile kurmuştur hatta.
İnsan çabuk hayal kurar çünkü... İnsan zanneder, bilmez çünkü.
Hayır, inanmayın onlara; hayatın matematiği basit değildir!
Kolay gibi görünür ama çözmek insan işi değildir.
Hayatın matematiği mistiktir. Ve insan, bu işlemin en çetin bilinmeyenidir.


"Başkalarının aşkıyla başlıyor hayatımız, ve devam ediyor başkalarının hınçlarıyla..."


Beylik laflar ettiğime bakmayın, son noktayı hep şairler koyar.
Hayatımız var oldukça, 'başkaları' da hep var...


Selametle...

1 Nisan 2012 Pazar

Olurunu Yitirmiş İç Geçirmelik Hayaller

Güzel bir adım yok, güzel bir yüzüm, güzel huylarım,
Kimilerine göre güzel bir ahlakım da yok.
"Üzüm üzüme baka baka kararır" düsturunca güzeli sevmeye düşkünlüğüm var bir tek.
Bana iltifat edenlere, bendeki herhangi bir şeye güzel diyenlere inanmadığımdan mutlu da olmuyorum,
bir güzel beni sevince mutlu olduğum kadar.


Güzel sevdi, ben sevdim...
Güzel geldi, ben sevdim...
Güzel durdu, ben sevdim...
Güzel gitti, ben sevdim...
Güzel unuttu, ben sevdim...

Dedim ya, güzel değildim, elle tutulur bir bilgim de yoktu, saygı duyulur bir kabiliyetim de...
Bülbül gül peşinde perişan gibi, ben de bîçare güzel peşinde...
Güzel, güzele yaraşırdı hakikatte...

Akşam oluyordu, karanlıktı, akşam güzeldi, tıpkı yağmur gibi...
Akşamı sevdim.

Yağmur yağıyordu, yağmur güzel yağıyordu
Otobüs gelmese de olurdu...

18 Mart 2012 Pazar

Yak ateşinle gönlümü, aşkına meftûn olayım

Gireyim de kalbinde ebedî metfûn olayım...

N. K.

4 Mart 2012 Pazar

Can Kırığı

Bir fincan kahveye küseli de çok oldu, iki mısra şiire de...
Kendi kendimi koruma çabasıydı bir nevi, üzülmemek için yasaklar koymak bir şeylere...
Önce ben yıktım yükselen hangi duvar varsa,
Sonra bir bir yıkıldı bütün her şey kendiliğinden, birden kapandı tüm yollar.
Kutsal saydığım sokaklara yolumuz düşmez oldu, uğraklarımızın kapısına mühür vuruldu
Duvarları seslere, pencereleri hülyalara şahit binalar yıkıldı
İbadete durduğumuz camiler kapandı
Kar yağdı güneşle bakışıp kuş saydığımız göklerden.

Bir kalp kırılınca sağlam bir şey kalmaz,
Bir kalp kırılınca her şey normalmiş gibiyken, çok şey yok olur,
Bir kalp kırılınca çok acır...
...

16 Şubat 2012 Perşembe

"Konuşayım istemiştim bir yüreğin dilince..."

Ben ona sıkıntılı güz günlerinde
Yedi renkli yaz yağmurları dilemiştim
Kırmak istememiştim duygu filizlerini
Büyük bir ustalıkla susturup içimdeki uğultuyu
Rüzgarımı olanca yumuşaklığıyla salmıştım üzerine
İncinmesin diye tek
Acıyı bile ters yüz eden
İncelikli bir gülümsemeyle yüzümde


Ben ona gittikçe soğuyan zamanlarda
Sıcacık bir sığınak olayım istemiştim
İnsanlar içinde üşüdükçe
Güvenle gelebileceği


Kuşların kanatları neden vardır?
Bir insan neden ağlar yarı yaşına gelince?
Bulutlar gökyüzünün yükü müdür, süsü müdür?
Tutsağı mıdır rüzgarın, sevgilisi midir?
Konuşayım istemiştim bir yüreğin dilince
Yanıtı olmayan sorularda boğmak istememiştim


Ben ona sabah olamasam da
Dingin bir ikindi olayım istemişimdir
Herşeyin usul usul durulduğu saatlerde gelsin
Yüzünde uçuk bir gülümsemeyle
Yaslasın yorgunluğunu gövdemin yaşlı çınarına
Serip üzerine yapraklarımın ağırlıksız yorganını
Dinlendireyim istemiştim
Üşütmek istememiştim.

Ben ona ne istemişsem bu yalnızlık aylarında
Gecikmiş... İnce... Güzel ve uzak...
Biraz da kendime istemiştim
Sevgi adına

Şükrü Erbaş

3 Şubat 2012 Cuma

Göz Kırpması

Gözlerimi kapattığımda aşıyorum sınırları;
Diyorum,

Faydasız onca şey yapıyorken, faydasız şeyler söylemeye neden devam etmeyelim?
Geçmişi özlediğimizi neden itiraf etmeyelim?
Unutmadığımız şeyler yüzünden acı çekerken, neden unutmuş gibi davranalım?
Umarsız, kaygısız hatta mutluymuş gibi olalım, neden?
İçin için nefret söylemleri biriktirdiğimiz, kızdığımız, arkasından esip gürlediğimiz adamlarla karşılaşınca hiç birini söyleyemeyeceğimizi neden kabul etmeyelim?
Özlemle yüzüne bakarken gülümsemekten kendimizi alamayacağımızı neden inkar edelim?
Sonra eve gelince, İsmet Özel'i açıp, "Celladıma gülümserken" şiirini dönüp dönüp okuduğumuzu neden unutalım?
Biçilen kısa zamanlarımızı neden hasretlere ve kederlere teslim edelim, gidip söylemeyelim, içimizi dökmeyelim?
Neden, ne derse desin, ne yaparsa yapsın'ları göze alacak kadar cesur olmayalım?
Özledim seni demek, özlemekten daha mı zor?

Ve gözlerimi açtığımda tekrar görüyorum sınırları
Ve gözlerimi açtığımda, yeniden hapsoluyorum.
Diyorum,
Her söylenen sözün bir bedeli vardır. Sonunu düşünmeden kurduğumuz cümlelerin sonucuna katlanmaya mahkumuz.
Sözler, kapılar açar kapılar kapatır. Ve bir kapıyı kapattıysan, bir daha asla açmaya çalışma,
Çünkü artık hiçbir şey eskisi gibi olmaz...

(Belki eskisinden daha güzel olur (kim bilir)... )


24 Ocak 2012 Salı

Ve kırar göğsüne bastırırken sevdiği şeyi..

Aslında hiçbir şey kâr değil insana
Ne gücü ne zayıf yanları ne de yüreği

Gölgesi bir haç gölgesidir kollarını açsa
Ve kırar göğsüne bastırırken sevdiği şeyi
Tuhaf bir ayrılıktır hayatı kapkara
Mutlu aşk yok ki dünyada


Hani giydirilmiş erler bir başka yazgıya
İşte o silahsız erlere benzer hayatı
Sabahları o yazgı için uyanmış olsalar da
Tükenmiştirler ve kararsızdırlar akşamları
Söyle yavrum şu sözleri sakın ağlama
Mutlu aşk yok ki dünyada


Güzel aşkım tatlı aşkım çıbanım derdim
Yaralı bir kuş gibi taşırım seni şuramda
Ve görmeden bakanlar şu halimize bizim
Süzdüğüm sözleri söylerler benden sonra
Ve her şey der demez ölür iri gözlerin uğruna
Mutlu aşk yok ki dünyada


Yaşamayı öğrenmek bizimçin geçti çoktan
Ağlasın gece içinde kalplerimiz yan yana
En küçük şarkıyı mutsuzluktur kurtaran
Her ürperiş borçlu baştan bir hayıflanmaya
Ve her kitar havası beslenir bir hıçkırıkla
Mutlu aşk yok ki dünyada


Acılara batmamış bir aşk söyle bana
Yıkmamış kıymamış olsun bir aşk söyle
Bir aşk söyle sarartıp soldurmamış ama
İnan ki senden artık değil yurt sevgisi de
Bir aşk yok ki paydos demiş göz yaşlarına
Mutlu aşk yok ki dünyada
Ama şu aşk ikimizin öyle de olsa.

(Louis Aragon / Mutlu Aşk Yoktur Ki Dünyada)

8 Ocak 2012 Pazar

Vefasızın tekiyim ben!

Bu kez vefa üzerine yazacağım. Vefa dedi, 21 yıl önce bugün doğan bir arkadaşım, çok sevdiğinin bugün onu hatırlamaması üzerine.
Düşündüm, muhtemelen hatırlamıştır ama bunu karşısındakine aksettirmemiştir. Ben olsaydım ne yapardım, belki de aynısını...
Bana yapılsaydı ne hissederdim, muhtemelen aynısını...


Önemli bir gününmde eski bir dostum, eskiden sevdiğim, (hala sevdiğim fakat görüşmediğim) birileri beni kutlamasaydı, evet üzülürdüm. Geçmiş güzel günlere bir vefasızlık olabileceğini de düşünürdüm muhtemelen arkadaşım gibi, ama ben asıl vefasızlığın, bir yabancıya gönderilirmiş gibi soğuk, ruhsuz ve de samimiyetsiz bir mesajla olduğunu düşünürüm. Böyle bir mesajı almaktansa bütün gün beklemeyi tercih ederim.
Zira ona da anlattım, "Bir kurban bayramı sabahıydı..." diye başlayan, konuya paralel bir anımı.


Ben de elbette vefasızlık etmek istemem, mutlu günlerinde kutlamak, acı günlerinde destek olmak isterim ben de.
Fakat sözlerimin karşımdaki için bir önemi yoksa diye, desteğimin hiç bir ifadesi yoksa diye, gereksizse diye susmayı tercih ederim. Karşımdakini önemsiz dileklerimle oyalamaktan tereddüt ederim. Sükût ederim...
Durum böyle, vefasız değilim...
Bu yüzden sadece hatırlar, aklımdan geçirir ve kendi kendime "Doğum günün kutlu olsun" derim.
Hatta, "İyi ki doğmuşsun" bile derim, hiç kimseye demediğim kadar içten; ama içimden...


"Her şey hatırımızdadır, susuyorsak kederimizden.."

1 Ocak 2012 Pazar

Belki de cehennemde kavuşuruz

Terk etmek demiştim, terk etmeden insan olunmuyor. Vazgeçmeden, sahip olunmuyor.
Zira terk edebilmeli insan, yalanı gerçek uğruna feda edebilmeli.
Alışkanlıklarından vazgeçebilmeli, dışlanmayı göze alabilmeli, yalnızlığa göğüs gerebilmeli...

Geçmişinden, onca yıl arkadaşım dediklerinden, işinden, düşünden;
Nefsinden...

Hangi samimiyet tanımına uyar nabza göre verilen şerbetler? 
Ortamın rengini alan bir hayat anlayışı mıdır teslim olmak?
İnsanlara ayıp etmemek için verilen tavizlerle kimin gönlü yapılır, asıl ayıp kime karşı olur?
İnanılanlar yaşananlarda müşahede edilemiyorsa, bu nice bir teslimiyettir?
- Unutup, yanılıp, bilmeyip yaptıklarını mı terk etmeli insan, 'insan' olmak uğruna, yoksa

- İnsana unuttuklarını hatırlatan birini mi terk etmektir doğru olan?
Mutluluktan anladığı ne ise, ona göre, bu ikisinden birini terk / tercih eder insan.

Biz hayatlarımızdan vazgeçemedik, birbirimizi terk ettik.
Mutluluk anlayışlarımız, yaşam standartlarımız, bakış açılarımız, gidiş güzergahlarımız, cennet tasavvurlarımız, kazanmaya çalıştıklarımız ve arkamızda bıraktıklarımız farklıydı.
Hepimiz insan olmak için çabalıyorduk, ben doğru olanın benim yaptığım olduğuna duyduğum sonsuz inançla,
kendi yoluma çağırdım, tek kişilik hayatımdan vazgeçip, verici olmayı kabul edip, dinleyiciliği ve hazır yiyiciliği terk ettim. Ne biliyorsam öğretmeyi, ne bilmiyorsam da öğrenmeyi seçtim.
Yanlış yaşayan ben olabilir miyim?
Elbette.


Sen ise, doğru olanın senin yaptığın olduğuna duyduğun şüpheyle, çok fazla şeyi terk etmen gerekeceğini fark ettin. Bu kadarı fazla değil mi dedin. Veyahut da, zaten terk etmiş olduklarının insan olmak için yeterli olduğuna inandın. Fazlasının fazla olacağına kanaatin tamdı. Belki de kendi içinde korkuların, kendince haklı sebeplerin vardı. Belki de sen henüz hiçbir şeyi terk edemedin.Ya da belki doğru olanı sen yapmaktasın. Belki de haklı olan sendin / sensin.
Elbette.


Ve sonra, insan olma çabalarımızın neticesinde birbirimizi  terk ettik. Ve ben sonunda, ilk defa bir şeyi terk ettim hayatta.
İnsan olabilmek için terk etmek şartsa, en çok sevdiklerimden birini de terk etmem gerekiyorsa, seni terk ettim.
Güven, inanç, sevgi ve saygımı kaybederek, seni terk ederek, insan olmayı denedim.

İkimiz de başaramamış olabilir miyiz?
İyi niyetlerimizi, iyi dileklerimizi, iyi beklentilerimizi, iyi insanlar olmamıza rağmen, anlayamıyoruz.
Sen, ya da ben, ya da, her ikimiz, belki de yanılıyoruz.
Cennet hayalleri kurarken belki de, cehennemde kavuşuruz...