Hakkımda

25 Aralık 2010 Cumartesi

KİMSİNİZ Mİ DEDİNİZ?

bizler, arabesk şarkıların nakaratları kadar damardan yaşayan kişileriz hayatı.
bizi hiç dinlemeyenlerin bile diline takılırız bazen; çünkü her bir kimsede vardır biraz bizden.
ve bizler kimi zaman, en umursamazı oluruz yaratılmışların, bir kaplumbağnın bile bizden daha çok umurundadır yaşamak.
uzun yolculuklardan şikayet edip, yakını yoldan saymayan kişileriz bir de.
bizim yolculuklarımız aşka benzer bu yüzden; hem şikayet edip alevlerce yanıp hem de vazgeçemediğimiz o aşka...
bizler, hiç vazgeçmedik yollardan, gitmeyi sevdik biz, aslında o şeylere çok da üzülmemiştik, gitmek için bahane eyledik.
üzemezdi de zaten kendisi kendisinin bile umurunda olmayan bizi insanların sözleri, eylemleri, vesaireleri...
çünkü hayalleri masalsı değildir bizlerin, gerçekleştirememiş olmamızın tek nededi vardır, o da nasip...
bizler, hiç uçmayı hayal etmedik mesela kanatlanıp da, ölümsüzlüğü düşlemedik, hele aşık olmayı aklımızın ucundan geçirmedik;
işte böyle, bizler hep sahiciydik..!

7 Aralık 2010 Salı

BU AKŞAM YAĞMUR VAR İSTANBUL'DA..

Yağmur yağıyordu bu akşam İstanbul’a…Sanki yağmur değil,bu kalabalık insan güruhunun gözyaşlarıydı üzerime yağan.Ben yürüyordum ve saat ilerliyordu,güneşin uykusu git gide derinleşiyordu.Yavaş yavaş çöktüğünü hissettim bir ağırlığın omuzlarıma.O anki zamandan kopmuştum sanki,bambaşka bir zaman aralığında,yalnız başıma yürüyordum sessizce..Koca koca cümleler geçti kafamdan,boyumdan büyüktü söylediklerim.Kimse duymadı ben çığlık atarken,kimse bir fark görmedi diğer insanlardan ziyade!Yürüyordum…Kucağımda bir yığın dert,başımda hasret ve burnumda ayrılığın keskin kokusu…

Derin derin düşünüyordum şehrin yağmurunda ıslanırken,kaçışan insanlara inat adımlarımı daha da yavaşlatırken;yağmura hazırlıksız yakalanmış bu insanlar,birazdan yağmurun duracağını umut ederek sabrediyorlardı ıslanmaya ve üşümeye.Durakta beklemekte olan adam,birazdan otobüsün geleceğini umut ederek sabrediyordu beklemeye.Sürücüler,trefiğin açılacağını umut ediyordu,esnaflar günün son müşterilerini gözlüyordu umutla.Bir kadın koşuyordu ıslanmadan evine varabilmeyi umut ederek…Hâsılı,sabır denen şey umutsuz olmuyordu.”Hiç umut yok!”yanlış bir cümle.Kavuşmaya umudu kalmamışsa bir yüreğin,unutmayı umut eder. Izdırabına sabreder,bir gün unutabilmek umuduyla…

Dönüp baktım kendime. Ne umut ederek neye sabrediyorum diye.Cevabı çeşitliydi elbette,unutmayı umut ediyordum çoğu kere.Üstüme koşar adım gelen bu kalabalığın içinde yalnız olmaya sabrediyorum mesela.Nereye varacağı belli olmayan bir yolda yürümeye,kendi gözyaşımı kendi elimle silmeye…

Sonunda durdum kalabalık bir durağın kuytu bir köşesinde.Ne çok yol almışım Üsküdar’a doğru inen yolun yüreğimdeki uzantısında…

Sonunda bindim beklediğimden başka bir otobüse.Kimi zaman daldım yine düşüncelere.Yağmur damlaları çarptıkça otobüs camına ne kadar üşüdüğümü fark ettim.Mutlu olduğumu düşündüğüm zamanları hatırladım ısınmak için.Sevenlerimi,sevdiklerimi,heyecanlarımı,çılgınlıklarımı,itiraflarımın ardından kaçışlarımı…Ve annemi…Ne kadar özlediğimi fark ettim.

Özlüyordu insanoğlu daima bir şeyleri.Kaybedince varlığı arıyor,olmayanı özlüyordu.Yağmuru özlüyordu yaz sıcağında;ıslanmaktan kaçışlarını unutup.Güneşi özlüyordu kışın üşüyen ellerinde ve yaz sıcağında beyazı…Kabarıp göğsüne sığmaz olunca yüreği,güvercinin kanadındaki özgürlüğü özlüyordu ve inadına Aşk’a tutsaklığı…Öyle sanıyorum ki,bir tek özlemeyi özlemez insanoğlu…

Böylesi hislerle indim evime uzak bir yerde.Bacaklarım mı ağırlaşmıştı ne?Adımlarım ne kadar da zorluyordu beni.Yürüdüm aldırmadan,üst geçidin üstünden geçtim,gereğini yapıp…Rüzgar…O yükseklerdeki rüzgar…Ne kadar da huzur vericiymiş meğer,o an anladım!Kalmak istedim geçidin tam da orta yerinde.Alttan geçip giden arabaları seyretmek,giden-gelen ışıklı yolları,yürüyen insanları,kararan bulutları ve göremesem de artık,yıldızları…Düşündüm;ama durmadım.Ağır ağır devam ettim yürümeye.Belki de omuzlarımdaki ağırlığı bir tek eve çıkan yokuş anladı!..

Ne kadar boştu bugün sokak,şu yaşlı adam benden de genç neredeyse, dedim kendi kendime,arkamdan yetişip beni geçince…

Ağır da olsa,hızlı da olsa her yolun bir sonu var ya,öyle geldim eve sonunda.Ama zihnim bende değildi sanki,umarsızca dolaşmak sokaklarda daha çekici geldi bana.Bahçe kapısından girdim ve kapı önüne oturuverdim.Yalnızlık,gözyaşlarımın arasında dökülüverdi yanaklarıma…

Umutsuzluk değil,sabırsızlıktı derdim.Zira “Hiçbir umut yok!” cümlesi yanlış!..Beklemek meşakkatlidir,yakıcıdır ziyadesiyle.Huzuru,sükunu,aydınlığı,sevdayı beklemek zor…Habibullah’ı hatırladım tam da burada,zihnimdekileri desteklercesine buyuruyordu: ”Beklemek ateşten şiddetlidir!”

Ve kararlı kalktım kapı önünden.”Sabretmek gibi zor bir amelle beraberse umut nimeti, “Her zorlukla beraber bir kolaylık var”(94/5)demek ki!” dedim içerden kapattığım kapının ardında…

30 Kasım 2010 Salı

Hangi zamana yayılmış bilinmez yaşamak eylemlerimiz
Hangi düş kırıklıklarından geçe geçe gelmişiz bu yaşlara
Ve hangi kederler hevesle bakıyor attığımız adımlara…
Yürüdükçe büyüyoruz ve büyüdükçe daha yalnız…
Saklamış olabilir miyiz aslında bir yerlere çocukluklarımızı?
İçimizde kalmış mıdır küçücük kırıntıları güzel hayatların,
‘Neden’ demekten yaşamaya fırsat bulamadıklarımızın,
Ertelelerken uzaklaştırdıklarımızın,
Zamana itelerken bir daha asla ulaşamayacaklarımızın…?

Şimdi yapabilsem ben, hiç soru sormazdım
Söyleyeceklerimi söyler ve dinlemeden yürürdüm cevapları,
Karşılıkları…
İşte, bu benim içim ve ben kendi içimim,
Bunlar söylemek istediklerim ve ben söylediklerimim,
Duyduklarınız benim ta kendim…
Ve şimdi yapabilsem, umrumda olmazdı
Söylediklerime karşılık bulduğum cevaplar…

Ama ben hiç yapamadım duyduklarıma rağmen konuşmayı.
Konuşsam, söyleyecek çok şey vardı…
Kimbilir belki de çözüm olabilirdi tüm sıkıntılara
Vermekten hiç korkmayacağım sevgiler,
Her halukarda yüzümdeki gülmeler,
Ya da ben sadece!
Var olmam yetecekti belki ama yapamadım…
Gurur, hayatımdaki en acı tek zaaftı
Eğer o mani olmasaydı…
Öyle işte…
Koca bir yol ayrımının ortasında bağdaş kurmuş oturuyorum
İçimden gelmiyor hiçbir yöne dönmek;
Ki,
En sevdiğim bile lime lime etti damarlarımı
O yana mı döneyim?
Yoksa,
En değer verdiğimden göremediğim kıymete mi dönmeliyim?
Ya da
En özlediğimi öldü bilip hayali bir mezarda kanlı gözyaşları dökebileceğim
Şizofrenik bir zihinle, ütopik bir alemde,
Gayrı meşru, gayrı mantıki,
Asosyal, anormal, illegal…
Evet tam da şu anki gibi,
Her neyse işte bu, devam mı edeyim?
Yolların ortasında oturmaya devam yani…

Doğrudur,
Yürüdükçe büyüyoruz, büyüdükçe daha yalnız…
Saklamış olabiliriz bir yerlerde çocukluklarımızı,
Kalmış olabilir bir şeylere dair kırıntılar…
Bu mümkün, yalnız sorun şu:
Nereye sakladık, hatırlamıyoruz..!

27 Ekim 2010 Çarşamba

SENSİZ 'SAADET' NE İMİŞ?!

Son zamanlarda Türkiye siyasetindeki hareketlilik hepimizin dikkatini çekiyor hiç kuşkusuz. Tüm partilerin amaçları, planları, hazırlıkları, uygulamaları, genel olarak çalışmaları var elbet. Bunlar benim ilgimi çekse de, sadece izlemekle, yeri gelince helal olsun, yeri gelince yok artık demekle, bazen ciddiye alıp bazen sadece gülümsemekle yetindim. Fakat son zamanlardaki bir istifa haberi beni yorum yapmaya, daha doğrusu soru sormaya itti. Zira bu konuda merak ettiğim o kadar çok şey var ki…
Merakımı cezbeden, beni bir takım sorulara garkeden konu şu: Siyaset aleminin çalkantısına çalkantı ekleyen Saadet Partisindeki bölünme, iç çatışma, taht mücadelesi, davaya ihanet/sadakat, taraf tutma vs. ismini ne koyuyorlar bilemiyorum. Kime sorsam bu saydıklarımdan birini başına yerleştirerek başlıyor sözlerine. Ben kibarca Saadet partisindeki yol ayrımı diye başlamayı düşünüyorum müsadenizle.
Bizler gözlerimizi açtığımızda kendimizi bu partiye ve Erbakan Hocaya taraftar olarak bulmuştuk. Daha çocuk yaşlarda, Hoca bizim beldelerimize geldiğinde bir elimizde parti bayrağı, diğer elimizin başparmağı havada, küçük yumruklarımızı konvoya doğru sallardık. Akıl sahibi olduğum dönemlerdeyse, Hoca’nın bir sözüyle kendisine hayranlığımı bilinçli hale getirmiştim. “bir çiçekle bahar olmaz hocam” diyenlere, “evet ama her bahar da bir çiçekle başlar” dediği o tarihi sözüyle… Nitekim bu sözden sonra bahar da geldi yaz da… Fakat tek bir hata vardı, o da gelişen ve büyüyen bir çocuk olan Türkiye’yi böyle kabul etmemesiydi. Kim bunu fark edip de harekete geçtiyse, son yine bugünkü gibi oldu. Yani istifa ve yeni partiyle yola devam… Hasılı, Saadet temel olarak kalmaya devam etti, değişimi destekleyenler de ona eleştirel bir saygı duymaya…
Efendim, geçen dönem Sayın Kurtulmuş’un gençlerle Bağlarbaşı’nda yaptığı bir söyleşiden bu yana bir zamanlar genel başkanı olduğu Saadet Partisine olan merakım canlanıvermişti yeniden. Kendisinin yaptıklarını ve söylediklerini yakinen takip eder olmuştum. Kendimi bir partizan, bir taraftar olarak görmesem de saygı ve beğeniyle karışık bir takipti benimkisi. O söyleşide de Numan Bey’in benim tanıdığım, bildiğim Saadet’ten farkını fark etmiştim desem herhalde ukalâlık etmiş olmam…
Her neyse, Numan Bey’i alkışlarla aldılar salona, alkışlarla dinlediler, alkışlarla, sloganlarla uğurladılar. Sevilen bir genel başkan olduğunu görmekten ziyade, değişime açık bir Saadet gençliği görüyor olduğumu düşündüm. Genel başkanlarına ‘Numan Hoca’ adını verip, onu yüreklerinin üzerine basmışlardı. Buraya kadar her şey güzel.
Gözlemimin ikinci perdesi Ramazan ayına tekabül ediyor. Hani şu meşhur olaylı iftara… O gün de yine slogan ve alkışlarla karşılandı Numan Kurtulmuş. Fakat bu kez biraz farklıydı. ‘Numan başbakan’ diyen tanıdık sesleri birkaç ay sonra ‘Numan istifa’ derken duymuştum. Şaşırtıcıydı doğrusu… insanların fikrini neyin değiştirdiği malum. Belli ki Erbakan Hoca’nın hoşuna gitmeyen şeyler vardı. Bu sahneyi daha önce görmüştük diyorsunuzdur siz de benim gibi. Hani geçenlerde karikatürlere bile konu oldu durum; Erbakan Hoca’nın elinde bir yemek kasesi, üstünde saadet yazan bir çocuğa eliyle yemek yediriyor. Çocuk büyüyor büyüyor, hoca bir bakıyor ki kendi boyunu geçmeye başladı beslediği çocuk, kaldırıp kafasına geçiriveriyor yemek tasını. Ve slogan cümle: “Hoca bunu hep yapıyor!” Bu tasvir tam olarak Saadet gerçeğini yansıtıyor..
Ben bu olaylarda da yine asıl merak ettiğim kısmıyla ilgilendim; taraftarlar… Bir kısmı çatal bıçak masalara daldı, bir kısmı bizden değil bunlar, bu saygısızlık bize yakışmaz dedi. Bir grup Numan istifa dedi, bir grup Numan Hoca’nın arkasındayız dedi. Şimdi şu halde bir grup, Erbakan Hoca’nın direktifiyle davadaki çatlağı (!) gidermeye çalışıyordu, diğer grupsa o çatlağın var olmadığını savunuyordu. İşte resmi ‘yol ayrımı’, işte tercih zamanı… Ha evet, böyle bir tercihe gerek olmadığını söyleyenler de yok değil, Numan Kurtulmuş’un gömleği çıkarmadığını savunanlar… Ama gelin gerçekçi olalım, iki gömlek üst üste giyilmeyeceği gibi, iki partiye birden de oy verilmez… Kabul edelim, tercih yapmak zorunlu. Peki bu Erbakan Hoca’nın fedakarlığı mı, bilemiyorum… Gözlem devam ediyor, hayırlısını diliyorum…

13 Haziran 2010 Pazar

Yalnız(ız), Değiliz!

kime şikayet bu yalnızlıktan, şikayet edeceğimiz olsa yalnız olur muyduk hiç...
yollara atılmış, değersiz görülüp sevdamız, meğer söylediğimiz cümleler boş yere kurulmuş...
bizim, gönüle yerleşsin diye gönderdiğimiz aşklar, meğer gidip boşluklara kurulmuş...
beklediğimiz sesler gelmiyor diye mi bu huysuzluk?
kayboluyor umursamazlığımızda sesleri bize yönelen sevdaların...
hakkı kalıyor yüreklerimizde, bize atılan çığlıkların...
kabul edelim, yalnızlık deyip durduğumuz aslında, biraz da bencillik..
istediğimiz değilse yanımızdaki, yalnızız...
o halde, kim bilir biz kaç kişiyi yalnız bıraktık...


ve bugün, yalnızım demekten men ediyorum bizi...
'yaşadıkça kalabalıklaşıyoruz', şairin dediği gibi...




25 Nisan 2010 Pazar

Sevgili Günlük...

Bir şeyler yapmak lazım bu gün..
Her gün yaptıklarımdan biraz farklı..

Basit ama alışılmışın dışında..


Bu gün otobüse binmeyeyim mesela..

Her yere koşarak gideyim,

Bana baksın insanlar, bir yere geç kaldım sansınlar...


Mesela, bu gün Üsküdar değil de, Kadıköy sahiline gideyim;

Kız Kule'si arkamdan seslensin, ben Haydar Paşa'ya döneyim...

Martılara simit de atmayayım bu gün, onlar bana atsın..

Ben de hepsini kedilere vereyim..


Her gün düşündüklerimi düşünmeyeyim bu gün...

Boş vereyim sevdiklerime, sevenlerimi hiç bilmeyeyim..

Bu gün hiç kimsenin aklına gelmeyeyim...

Elimde şiir defterim olmasın bu kez, bir peluş ayı olsun

Tek tanıdık, tek arkadaş, tek seven, tek sevilen...

Her şeyim olsun...


Bu gün, her gün yaptıklarımdan vazgeçeyim,

Ben'in yaptığı her şeyi inkar edeyim...


Yani bu gün kendimden geçeyim..

İSTANBUL DEYİNCE...

Bir akşamüstü yürümekteyim aheste.
Ufukta kızıl bir manzara, batan İstanbul.
Kulaklarımda ağırlığını hissettiğim efsunlu beste,
Taksim sokaklarından keman sesi, çalan İstanbul…

Beyoğlu’ndan geçiyorum, bakışlarım bin bir parça.
Kalabalıklar arasında kadınlar, kimisi bekar, kimisi dul…
Acelesiz insanlara bakarken bir şey değiyor omzuma,
Dönüp bakıyorum ki, çarpan İstanbul…

Okşayınca saçlarımı Kızkulesi’nin elleri, bir sevda düşüyor aklıma.
Ben düşünüyorum, bulutlar konuşuyor uğul uğul.
Ben sustukça martılar üşüşüyor başıma,
Sevda dedikçe gözümde canlanan İstanbul…

Elbet bir gün yıkılırım, kale olup da zamanla savaşsam,
Devrilebilirim İstanbul’a dair bir cümle olsam,
Üsküdar’da bir kaldırım taşı olmaya da kabul;
Ama ben yine kaybolurum, ebedi kalan İstanbul…

Nedir bu şehri muhacirlere sıla eden büyü,
Neden bu koca şehre hayran her kul?
Sende yaşamayanların sevgisini de al, daha da büyü,
Cennette nimet diye umulan İstanbul!

Bu akşamüstü, falcı papatyaların yalanını buldum,
Derunumdaki kıskanç sevgilerin elinde bavul.
Bu akşamüstü bütün iskelelerde indim ve tüm duraklarda durdum,
Hangi kapıyı çaldımsa, açan İstanbul

18 Nisan 2010 Pazar

SEVGİLİ GÜNLÜK :)

Sevgili günlük...
Bugün Pazar, yarın Pazartesi, sonra Salı, sonra Çarşamba, sonra....
Velhasılı, bugün Pazar...
Gökyüzünde güneş var, yeryüzünde çiçekler, ortasında ben...
Ama eve saklanmış, çamlıca tepesinin şen kahkahalarını pencereden duymaya çalışmaktayım..
Zira dışarı çıkacak zamanım olmadığına ikna ederken kendimi, dışarıya dalmış bakarken buluyorum..
Suçüstü yakaladığım 'ben'i tutup kulağından oturtuyorum kitabın başına..
İnat bu ya, bu kez de şiir kitaplarında boğulurken yakalıyorum...
Kız kalk ders çalış! diye bir nida geliyor arada kulağıma, hayırdır inşallah deyip devam ediyorum leylalığa :)

Yahu güneş, ne bu acelen? yavaş git de tadını çıkaralım günün değil mi, kaçma böyle, diyorum topu dünyaya atıyor;
Yahu dünya, ne bu acelen? yavaş dön başımı döndürdün vallahi, diyorum,topu zamana atıyor;
Yahu zaman, ne bu acelen? yavaş ilerle de yaşlanmayalım, diyorum, topu kafama atıyor;
Yahu Nuriye, yavaş saçmala da işimize bakalım!...diyor :)

İlâhi zaman, sen adamı öldürürsün :) .........!

17 Nisan 2010 Cumartesi

BUGÜN 'KÜÇÜĞÜM'


Bu gün çok yaramaz içimdeki çocuk
Bugün ne dedimse laf dinlemiyor…
Bugün, elimde bir balon, içimde binlerce baloncuk
Uçmak istiyorum, büyüyen yanım utanıyor...

Tam sen sıkılmışken, çehrene sinmişken hüzün,
Koşarak sana gelesim var bugün…
Gözlerimi kocaman açıp gözlerine bakasım var…
Seninle vapurların peşi sıra uçasım var
Simit atsın diye bize martılar…

Falcı papatyalar topladım bugün kırlarda…
Elimde koca bir buket, sarılardan, morlardan karışık,
Bir ayçiçeğine göz kırptım, kendime yakın buldum da;
O güne âşık, ben sana aşık…
Ben de sana döndüm, biraz utangaç, biraz sırnaşık…

Bir tahta salıncak koydum, sallanır hayallerimin içinde,
Bir tahta seni koydum, hiç kalkma istersen, kurul dilediğince…
Bugün hep sana çıkıyor bak, girdiğim tüm yollar
Sevda var belli, her çocuk kahkahamın birinde.

Dedim ya, bugün çok yaramaz içimdeki çocuk,
Bugün, elimde bir balon, içimde binlerce baloncuk…

21 Mart 2010 Pazar

SEVGİLİ GÜNLÜK!

Bloğunla ilgilen diyen arkadaşlarıma ithafen açtım sayfamı yazıyorum!
Bu aralar duygusal değilim arkadaşlar ondan yazamıyorum ama hergün cümleler kuruyorum emin olun..Çoğu devrik oluyor ama olsun diyorum,şiir olur alt alta koyarsam.Yanyana koyarım,deneme olur;ki deniyorum zaten söyleyerek hayatı...

Hasılı,duygusal değilim diyordum.Ne yazayım dostum;kızamıyorum ki kızdığım şeylere..Ya da ağlayamıyorum üzüldüğümde,ne bileyim mutlu da olamıyorum ya da hissetmiyorum mutlu olunacak şeyleri.Nötürüm hayata karşı bu aralar.ve de nötr yazı yazılmaz arkadaşlar.bu durumda şiir hiç beklemeyin ;)

Ben de özledim şiirleri,yemin ederim!...

10 Mart 2010 Çarşamba

TERK ETTİM SENSİZLİĞİ


Ben terk ettim ya sensizliği,
Şimdi fark ediyorum
En sevecen ve en kırılgan yanımı,
Ve her durumda affedici tavrımı.

Şimdi öğreniyorum;
Bir cümleye bin anlam yükleyip,
Yine de yanlış anlamayı..
Ve her cümlenin sonunu
Tek bir sonuca bağlamayı..

İlk kez görüyorum;
İçimdeki kıskançlıktan ağlayan kızı.
Ve avuçlarımdaki donduran ayazı..

Şimdi daha iyi anlıyorum;
Ümit Yaşar'ın Ayten'e ne demek istediğini..
Şarkıların niçin "Benzemez kimse sana" dediğini..

Çok huzurluyum şimdi, yüreğimde seninle
Sensizlikten ziyade..
Anlam yüklendi dallarıma,
Meyve veriyorum
Yanaklarımda al tebessümlerle..

2 Mart 2010 Salı

NASİP


Ben kızkulesi oldum, rüzgara karşı durdum
Galatadan gönlüme bir hüzün düştü.
Dalgalara baktım uzun uzun
Ayın şavkına yüzün düştü.

Yollar uzadı yaklaşmak için attığım her adımda
Bir hasret belası ki, başıma üşüştü.
Dünyadan bir nasip almadım, bırakayım ardıma
Zindan karası bahtıma sevda karası gözlerin düştü...

27 Şubat 2010 Cumartesi

Verebilmek Meselesi

Yağmur damlası ilk düşüşünü yaşadı toprağa. Ondan önce gelenler çoktan doldurmuştu oysa yerleri. Başka yağmur damlalrının üzerine düştüğünden sürüklenmeye başladı hızla. Bir yokuştan aşağı yuvarlanıyordu özünden parçalar kaybederek. Damlalığından damlalar veriyordu etrafına,hayretle izledi bedeninde vuku bulan ilginç vakayı… sürekli kopan parçalara rağmen bir eksilme olmuyordu bedeninde. Dikkatlice süzdü kendini;göbeği bile büyümüştü sanki. Koca bir gümbürtüyle boşluktan aşağı,belki milyonlarca damla arasına düştü. Etrafına bakındı, ne kadar da kalabalık… damlalardan birine sordu,”nereye geldik biz?” diğer damla yanıtladı: “Rahmet ırmağı burası. Hepimiz rahmetten bir parçayken benliklerimizi ona verip bütün olduk. Artık biz biriz ve faydalı olduğumuz şeyde,o her ne olursa,onda yaşayacağız…”
Yağmur damlası başını salladı usulca. Demek özümden vererek ırmağa karıştım ha?! Sonra,rahmet ırmağına dönüp sordu: “Vermek nedir Rahmet Irmağı?... Fedakar olmak mıdır? Özverili olmak ya da gani gönüllü olmak mı? Vermek için zengin olmak gerekir belki de,verebilecekleri maddeden ibaret olan mana fukaralarınca… belki de kimilerimize göre bir zorunluluktur, kimilerimize göre gereksiz bir ayrıntı,kimilerimize göreyse bir kural… söyler misin sencesini?”
Rahmet Irmağı cevapladı:
“ Pekii,ya ben vermek bir aşktır desem?!
Vermeyi sevebilirsen o zaman verebilirsin. Vermenin, almaktan ziyade bir mutluluğu olduğunu fark ettiğinde meyledersin vermeye… değilse bir kayıptır sana elinden çıkan her bir zerre. Öyle bir şeye dönüşürsün ki zamanın birinde, sevdiğinden bile saklar olursun sevgisini. Kara bulutların güneşi gizlemesi misali, bunaltırsın o havayı soluyan herkesi.
Bilakis,bilirsen kendine kalanın verdiklerin olduğunu, o zaman aşık olursun vermeye. Vermeden duramaz,vermeden yaşayamaz,vermezsen nefes alamazsın… Zira boğar seni vermediklerin. İşte o zaman sevgini bile saklamazsın kendine,çünkü bilirsin ki sevgi bir sudur,akıtıldıkça durulur…
Nasıl ki aşk fakir ve zengin ayırımı yapmaz ve tek olması gereken gönüldür,vermek için de şart değildir zengin olmak. Şart olan kesenin değil,gönlünün zengin olmasıdır. Zira önemli olan ne verdiğimiz de değildir,var olanı paylaşmaktır aslolan… gülebiliyorsan gülüvermek,sevebiliyorsan sevivermek,derdini anlıyorsan dostunun,onunla birlikte ağlayıvermek.Veyahut zikreden kainata bakıp,küçük bir selam vermek… Bunların her biri senin parçalarındır…”
Yağmur damlası,hayretten ve hayranlıktan büyüyen gözleriyle tekrar sordu: “ O halde neden veriyoruz parçalarımızı?” Rahmet Irmağı yanıtladı: “ Bunu anlaman için bir kez de olsa verebilmiş olman gerekir. Kimse istediği için değil, salt vermek istediğin için… o zaman göreceksin ki vazgeçilmez bir his oluverecek senin için. Özünü vereveksin gözünü kırpmadan. Sadece o lezzeti tatman gerek. Değil mi ki,her damla bir damlasını vermese nasıl ırmak denirdi bize?
Sen,yağmur damlası! Şimdi anlıyor musun nedenini? Ve unutma ki hiçbir şey ebedi değildir yeryüzünde. Bu nedenle, elinden alınmadan verebileceklerin de, verebilme lezzetini tatmalısın bir kere!...”

11 Ocak 2010 Pazartesi

O'NA


Gönül zindan olmuş seni anmayalı,
Nurundan bir hüzme girmiyor,Eyvah!
İsmin gönül koymuş dudaklarıma
Rahmetini yağdır Rabbiy,gönül topraklarıma!..
>>><<<
Dünya boşlukta sallanan dal,
Ben,okyanusta tek kalmış sandal.
Anladım ki,her şeymiş ismin,
Ne varsa senden başka,gitsin;
Şimdi ruhumla başbaşa hayal,
Ve hayalimde yalnız sen kal..
>>><<<
Gözümden damlayan sen isen kıymetli yaş.
Seninle doluyken huzurlu bu gönül,bu baş..
Sevdamsın Vedûd,acın da tatlın da kabulüm!
Tükensin ömrüm bu sevda uğruna yavaş yavaş!..

PARADOX


Uzaklarda kalan bir şeyler var,
Bu yüzden çaığırıyor beni yollar
Hülyalara prangalı tarihlerim,
Titriyor herbir gün takvimimde yapraklar.
>>><<<
Gölgelerde pusu kurmuş akşamlar,
Ha geldi ha gelecek gece.
Yine yummuş gözlerini aydınlığa sabahlar
Ve girmiş aramıza karanlıklar sinsice.
>>><<<
Özlüyorum geceleri,çılgın gibi!
Yorgun sabahlardan peydah oldu bu hasret.
Net değil hiçbir şey,görüntüler çizgi çizgi;
Yüreğimde bir anarşi,bir kaos,bir kasvet...