Hakkımda

15 Şubat 2011 Salı

Bi' dk dinler misiniz?

Sevgiye muhtaç olmasaydık, der Hüsrev Hatemi...
Bu kadar mı sanki?
Keşke inanmaya da muhtaç olmasaydık... İnsan olmanın acziyetiyle sarılmayabilseydik keşke her uzanan ele.
Ve insan olmanın aceleciliğiyle benimsemeyebilseydik her ilave olanı hayatlarımıza...

Vaadetmek, en sinsi yalandır belki de ne dersiniz? Çünkü, siz bile anlamazsınız vaatlerinizi sıralarken, aslında gerçekleştiremeyeceğiniz şeyleri söylemekte olduğunuzu.
İş ciddiye binerse, ya da olur da şöyle bir düşünürseniz farkına varırsınız söylediklerinizin elle tutulur yanı olmadığını. Belki o zaman bile farketmezsiniz söylediğinizin yalan olduğunu. Ama kabul edelim, gerçekleştiremeyeceğimizi bile bile ettiğimiz vaatlerin, gerçek olmadığını bile bile söylediğimiz yalnlardan ne farkı var?

Ve fark etmediğimiz bir şey daha; giderken de veda etmeyin!
Çünkü belki hiçbir zaman aklınıza gelmeyecek duygusallıktaki cümleler, nedendir bilinmez, veda konuşmalarında dökülür inciler gibi. Ve o cümleler yakıcıdır, kırıcıdır, dağıtıcıdır, yerle bir edicidir, mahvedicidir, yazık edicidir, yaklaşmakta olan ayrılığın düşündüğünden de fena olduğunu fark ettiricidir!
Gitmek niyetindeyseniz, veda etmeden gidiniz!

Hâsılı şudur izahına çaba gösterdiğim: Gitmeyiniz, ve fakat eğer ki gidecekseniz, vaat ve veda etmeden gidiniz!
Saygılar....

14 Şubat 2011 Pazartesi

İstanbul'a dair..

Bir şeyler özlenir İstanbul'a dair...
Muhabbet eşliğinde nasıl bittiği anlaşılmayan çaylar, her gün anlatılsa da hiç bitmeyen anılar, komik değilse bile o an katıla katıla güldüren espiriler... Dostlarla yapılacak bir sürü şeyler özlenir İstanbul'da en çok sanırım... İstanbul'da yapmayı özlenen şeylerin çoğu elbette başka şehirlerde de yapılabilir; ama kime sorsanız bunları İstanbul'da yapmayı özlemiştir.
İnsan soruyor tabii, neden İstanbul diye.. Nedir farklı kılan, İstanbul'u İstanbul yapan diye..
Şöyle diyebilirim sanırım kendimce;
Eğer çay bardağınızın arkasından vapur geçiyorsa, orası İstanbul'dur..
Eğer başınızı bir kaldırışınızda en az üç farklı milletten insanı birden görebiliyorsanız, orası İstanbul'dur..
Eğer pahalı mağazalar, barlar, gösterişli arabalar arasından geçerken, bir adım sonra binalar arasına asılmış çamaşırlar görebiliyorsanız, orası İstanbul'dur..
Eğer her tepeden bir minare, bir sur, bir kale yükseliyorsa, orası İstanbul'dur...
Eğer sabahları martı sesleriyle uyanıyorsanız, işinize deniz üstünden gidiyorsanız, orası İstanbul'dur...
Eğer kurduğunuz bunca cümleye rağmen, halâ yapılacak tanımlarınız varsa zihninizde, orası İstanbul'dur...

Bir ömür yaşansa da burada, halen yaşanabilecek şeylerin var olduğu bir şehirdir, kanaatim o ki. Ağızlarda hoş bir tat, belleklerde güzel anılardır, her kime sorsanız. Klişe olacak ama, söylemekte yarar var;
efendiler, İstanbul anlatılmaz, yaşanır...!

Diye hasbihal edesim geldi bu gece... Eyvallah..

10 Şubat 2011 Perşembe

Kahire'ye Mektup Var!

Tutsaklık, tutulup kalmaktır..
Hemi tutulmak, hemi de tutmaktır sıkı sıkıya...
Koca koca cümleler deviren dilini tutmaktır;
Haksızlığa, zulme, ihanete, sömürüye...
Elinden bir şey gelmemek, söylemek isteyip söyleyememek...
Tutsaklık, tutmak zorunda olmaktır!..

Tutsaklardan en güzeliydi Kahire!
Kahreden kadın...
İsmine nisbet diye mi kahrettiler seni?
Telli duvaklı gelin verdik seni zalim eline...
Çölde açılmış gül, Nil'de açılmış yol Kahire...
Gaddar ellerin uysal gelini...
İsminle müsemma, kalk ve üstün gel zulme!
Irgala üstünde yayılıp gaflet uykusuna dalan koca gövdeleri!
Hiç korkma, bu imanın, bu yüreklerin devrimi!

İşte özlemini duyduğumuz günler bunlar nazlı kız!
Zaferin mertebe mertebe yaklaştığını duyuyor musun sen de?
Dik dur ve sakın yenilme,
Biz; kurtarıcın, yardımcın, destekçin, duâcınız..
Biz hiç olmazsa yüreklerimizle yanındayız...
Kurtulacaksın zalim koca elinden, sömürüden, zulümden, ihanetten...
'Deve'lerin sırtında alacağız seni özgürlüğe çıkan kapının
İmanla derinleşen yerinden!

Sakın yılma, vazgeçme zulme isyanından!
Yanındayız çöl güzeli, yanındayız kardeşim!
Çünkü biliyoruz, tutsaklık yardım umut etmektir.
Ve özgürlük, kucaklaşabilmektir!

"O halde Allah yolunda çarpış" Kahire!
"Ve bil ki Allah, her şeyi işitir ve bilir.” (2/244)

7 Şubat 2011 Pazartesi

Can sıkıntısı

Gülmek zorunda olmak canımı yakıyor...!
Peki ama neden gülmek zorundayım?
Gülmezsem sevmezler beni diye mi?
Peki ama neden beni sevmek zorundalar?
Beni kimse sevmezse yalnız kalırım diye mi?
Peki ama şimdi yalnız değil miyim?
?
Ben biraz surat assam olur mu? Ama yine de sevin beni! ya da, siz bilirsiniz, belki içinizden gelmez, ben zorlamayayım..
Hatta siz arkanızı dönün, bir iki damla ağlayayım, ama bakmak yok, söz mü? Ya da, isterseniz bakın, beni öyle gözü yaşlı görürseniz, belki kaçarsınız dert dinlemekten diye demiştim. Bakın siz iyisimi, kaçışınızı görmek işime yarayabilir..
?
Anlıyorsunuz ya, iyi değilim. İyisimi aramayın siz beni bugünlerde, sonra görüşelim. Hem yalnızlığı hakkıyla yaşamak işime yarayabilir.
?
Yine kaşlarımın ortasında ince bir ağrı peydah oldu. Hani insanın canı hiçbir şey yapmak istemez ya, öyle işte.. Allah'ım, böyle, hani vardır ya, işte öyle olsa. Sonra ben mutlu filan olsam, sahi, Mut'ta doğup, orda yaşayanlar ne şanslı değil mi? Söylemesi bile güzel, 'nerelisiniz?' -' Mutlu'...
Neyse, yine lafa tutuyorum sizi, ben şiir okurum, siz gidin.. Hay Allah, şu şiirler de ne komik. Kıtalar dolusu palavra, mübalağa.. Hiç olacak şey mi o yazdıklarınız.. Bakın güldüm durduk yere..
?
Neyse öyle işte. Haydi gidin siz artık madem...